top of page
Yazarın fotoğrafıRam Yoga okulu

Bildiklerimizin bir duyu Fazlası: FASYA

Güncelleme tarihi: 1 Nis 2021

Sezginin ne olduğuna dair bir merakınız, bedende olup bitenlere karşı “bilme isteğiniz” , insan dediğimiz canlıyı tanıma tutkunuz varsa; ya da eğer şimdiye kadar hiç böyle bir merak uyanmadıysa şimdi biraz heyecanlanmaya başlayabiliriz…



Artık geçmişte kaldığını ümit ettiğimiz bilgilerimize göre, vücudumuz kaslardan, kemiklerden, organlardan, kandan, sudan, damarlardan, hormonlardan, ligamentler ve tendonlardan, …. oluşmaktaydı.. Güzel haber: hala bunlardan oluşmakta. Ama tüm algımızı değiştirecek yeni keşiflere doğru yol almamızın zamanı artık. Eski bilgilerimizle, dünyayı beş duyumuzla algılamaktaydık. Evet beş duyumuz hala var; ancak es geçtiğimiz muazzam bir duyu organımız daha mevcut: O da fasya…

Öncelikle gelin bakalım neymiş bu fasyanın alamet-i farikası… Fasya, en sade tanımıyla, derimizin hemen altındaki iç beden kılıfımız, kolajen bir bağ dokusu tabakası... Aslında içerdeki tüm yapıların hep birlikte bir külotlu çorap giydiğini düşünebilirsiniz, esnekliğe de sahip, hareket etmedikçe hep aynı boyda da durabilen… Organlarımızın, kaslarımızın, kemiklerimizin, kısaca içerde olan tüm yapıların derisi, hepsini bir arada tutan örme bir kılıf… Bu aslında yüzeysel fasya… “Haydaa! Bir de yüzeysel olmayan fasya mı var?” dediğinizi duyar gibiyim: Evet bir de derin fasya var. Hatta bulunduğu yere göre farklı isimler verdiğimiz fasyal yapılarımız var, ve yüz yirmi çeşit gibi azımsanamayacak kadar çok çeşit. Az önce sözünü ettiğim derin fasya diyebileceğimiz yapı ise, adından da anlaşılabileceği gibi, daha derinlerde, organların etrafında, kasların aralarında..

Eskiden ayırdığımız belli başlı anatomik sistemler vardı, her biri sanki birbirinden bağımsız yapılarmış gibi incelenirdi. Hala bu bakış açısının devam ettiği söylenebilir, ama ben sizi başka türlü bakmaya davet ediyorum. Üstten alta hiyerarşik bir emir komuta zinciri ezberletildi bize, en üstte beyin, ardından ona bağlı organlar ve sistemler… Ve ben yine sizi, biraz daha demokratikleşmiş bir beden, bakış açısına da davet ediyorum. Bu, şu demek: bedene sadece aldığı emirleri uygulayan, birbirinden bihaber parçalardan oluşmuş bir yapı gibi bakmak yerine, birbiriyle iletişim kurabilen, birbirini, en ufak hareketiyle dahi etkileyebilen, işbirliği içindeki bir bütün olarak bakmak... Çünkü böyle bakmaya başladıktan sonra, neden ilgi göstermediğimiz ayaklarımız yüzünden belimizin ağrıyabileceğini anlamaya başlarız, ya da kalçamızın sol tarafındaki bir eğriliğin, sol omzumuzu etkileyebileceğini, veya masa başı çalışırken, klavyenizde duran ellerimizdeki kasılmanın, sırtımıza neden sirayet ettiğini. İşte bu, muazzam bir iletişim ağı ve kusursuz bir dengedir. Bedenin, olup bitenden bihaber bir gamsız olmadığının kanıtıdır. Artık en ufak bir hareketin dahi, tüm yapıyı etkilediğinden söz edebiliriz…

Fasyayı anlamaya başladığımızda biz artık ayak tabanındaki planter fasyanın, açılıp esnemesinin, boyna kadar uzanan muazzam etkisini de anlayabiliriz. Ya da kalp için neden kollarla, mide için ise neden bacaklarla çalışan yoga uygulayıcıları olduğumuzu. Çünkü örneğin, hadi ona kalp fasyası diyelim, köprücük kemikleri vasıtasıyla, kollara bağlanır ve kollardaki hareket kalbimizi etkileyebilir. Biz o bilinçli hareketlerle, fasyayı dönüştürebilir, kalbe etki edebiliriz. Buradan şu sonucu da çıkarabiliriz; demek ki fasyamız, tekrarlayan hareket alışkanlıkları ve yaşam biçimlerine göre şekil alıyor. Çorap benzetmesini hatırlayın, içeriğindeki elastin sayesinde, hareketlerimize göre esneyip uzayan, ya da hep aynı biçimde kısa kalan bir yapı. Fakat çorap kadar da masum bir yapıdan bahsetmediğimi bilmenizi isterim. Çünkü, kılıflandırdığı o yapıların özgür hareket etmesi, kayabilmesi ve rahat hissedebilmesi için fasyanın ihtiyaç duyduğu şey, gerekli olan esnekliği ona vermemiz. Aksi halde katılaşır; hatta yapışır. Bunun için aklınıza elbette yoga pozları, ya da bilinçli hareket disiplinleri gelebilir, gelsin de; ancak daha zengin bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Bu, bedenimizin rahatlığının, hayattaki tüm alışkanlıklarımızla, deneyimlerimizle, tavır ve tepkilerimizle, yani yaşam biçimimizle ve var olma şeklimizle alakalı olduğuyla da çok ilişkili. Çünkü fasyanın aynı zamanda bir de duygusal hafızası var.

Örneğin stres ile, bedenin rahatsızlığının ilişkisini sıkça duyarız. Bunun çok basit bir izahı var: Bir tehlike hissettiğimizde ya da yoğun stres altında, diyafram kasını farketmeden fazlaca büzer ya da gereriz. Bu germe, fasyal bağlantılar yoluyla, kaburga ve sırtta kasılmalar yaratır ve o alanlarda, açılıp çözülmediği sürece biriken gerginlikler, düğüm benzeri yoğunluklara neden olur. Bu katılaşmanın, kronik stres durumunda, kalıcı hale gelmesi de şaşılacak bir hal olmaktan çıkmaya başlar. Elbette bunu tersine çevirmek de mümkün. Bırakmak üzerine çalışarak, kendimizle şiddetsiz ve anlayışlı bir ilişki kurup ona kulak vererek, bedenimizle, nefesimizle ve zihnimizle çalışarak mümkün. Biraz bu yöntemlerden bahsedelim.

Biz bedenimizle çalışmaya başladığımızda, bu tutulmuş ve kasılı kalmış alanlar yumuşamaya başlar. Özellikle düzenli yoga pratikleriyle kalıcı hale gelen esnekliğimiz, kaslarımızın uzamasından değil, fasyanın açılmaya başlamasındandır, Kaslar sanılanın aksine, iki saniye gibi bir sürede, ulaşabileceği maksimum uzunluğa gelir ve pozdan çıktığımızda, tekrar eski haline döner: anlık bir keyif… Fakat eğer kalıcı bir değişim istiyorsak, fasya ile çalışmak zorundayız. İşte bunun için de, dinlemeye, beklemeye, özveriye, hareket biçimi olarak da, pozlarda uzun süreli kalmaya ihtiyacımız var, ki bu da farketmekle ve bırakmakla eş değerdir.

Direnmekten bırakmaya geçtiğimiz o anlar aslında değişime izin vermeye başladığımız anlar oluyor. Bunu bir kere hissettiğimizde, o kadar eşsiz gelir ki, o anları kovalamaya başlarız. Okuduğum bir yazıda buna “aha! anları” diyordu. İşte, o anda hem bedensel hem de zihinsel dönüşüm başlamış demektir. Evet zihinsel dönüşüm... İşte yavaş yavaş fasyanın sinir sistemi ile bağlantısına ve altıncı duyu olma özelliğine geliyoruz.


Vücudun her bir yanını saran sinirler, kaslardan, kemiklerin arasından, organların çevresinden ve eklem boşluklarından geçerek ilerler. Bu elektrik devresi gibi görünen ağ, fasya tabakasına sarılır. Fasyanın bir noktasındaki su kaybı tıkanıklık veya yapışıklık, enerji akışı ve bilgi sinyalleri için baraj haline gelir ve o noktadaki farkındalığımız da kaybolmaya başlar. İşte bu uygun dolaşım eksikliği ya da barajların oluşma neticesine biz ağrı diyoruz…


Fasyada, kaslarda bulunan reseptörlerden on kat daha çok duyusal sinir reseptörü bulunuyor. Sinir sistemi gibi bir sinyal mekanizmasına çok benzemesine rağmen, aslında ondan bağımsız. Su bazlı dokusu sebebiyle de çok daha hızlı bir iletişim ağına sahip. Bu, vücudun her bir parçasının, diğer her parçanın farkında olduğu ve ona karşılık verdiği anlamına geliyor. Yani bir alanın diğerinden bağımsız olmadığı ve birbirlerinden direk etkilendikleri...

Fasyadan gelen duyusal bilgi akışı, göz ya da deriden çok daha fazladır. Örneğin göz görsel duyu organı iken; fasya bizim kinestetik duyu organımızdır. Yani baskı, hareket, yön gibi bilgiler ve hisler buradan gelir. Ayrıca fasya üzerindeki bu alıcıların hormonal sistemi etkileyebileceği de düşünülmekte. Fasyal reseptörler, seratonin (mutluluk hormonu diye de bilinir.) gibi maddelerin salınmasını tetikleyebilir. İşte bu, postüral duruşun hem ruh hali hem de hormonal profil üzerinde nasıl bu kadar hızlı ve ölçülebilir bir etkiye sahip olduğunu açıklıyor bize.


Az önce, fasyadaki reseptörler bize, “altıncı hissimizi” yani kinestetik duygumuzu verir demiştim. Bunu biraz daha açmak isterim. Bedenle daha yakın ilişki kurmaya, onu fark etmeye ve ona kulak vermeye başladığımızda, fasyamızın bizi, içsel durumumuz hakkında da bilgilendirdiğini görmeye başlarız. Çevremizdeki dünyaya son derece duyarlı bu yapıyla kurduğumuz derin ilişki, diğer fasyalara açılan kapıdır da aynı zamanda. Evet, fasyalarımız birbiriyle konuşmaya başlar. Bir kere bu açıklığa geldiysek artık etrafımızdaki bir çok şeye daha duyarlı, hislerimizle barışık ve farkındayızdır. İşte bu derinleşmedir; içgüdüsel bilgidir… Yaşadığımız her şey bu koca organımızda kayıtlıdır, ve biz dinlemeye gönüllü olduğumuz sürece, o konuşmaya hazırdır.


Meditasyon sırasında öğrencilerime, örneğin kalbinizi kıran birini aklınıza getirin dediğimde, onların haberi dahi olmadan, bedenlerinin hareket etmeye, kıpırdanmaya başladığını görürüm. İşte bu fasyanın bize verdiği mesajdır aslında, ve tüm beden bu mesajlarla doludur. Üzerinden uzun zaman geçmiş olsa dahi, bedenin, bizim kimi zaman göremediğimiz bir hafızası vardır. Anılarımız bu canlı dokuya gömülü haldedir.


Asıl soru, biz hangilerini çıkarmaya ve bırakmaya razı ve hazırız? İşte yaşamın gidişatı bunun cevabında saklıdır...


139 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page