top of page
Yazarın fotoğrafıRam Yoga okulu

Sınırları Gözetmek ya da Fazla Yükleri Sırtlamak

Güncelleme tarihi: 27 May 2021

Yoga derslerinde sıkça duyarız “sınırlar” sözcüğünü.. Bazılarımız biraz güvenli bir taraftan, limitleri farkederek ve koruyarak, acele etmeden ilerlemeyi önemserken, kimimiz, sınırları biraz daha öteye taşımak, gelişimi desteklemek için pratiği sürdürmeyi öğütler.. Ki bu sonuncu yaklaşım, esasen sınırdan çok sınırlılıktan bahseder ve yanlış anlaşılmıştır. Yani, sözü edilen sınırlar değil, sınırlılıklardır; bunu zihin koyar ve geçekçilikten uzak, korkularla dizginlenen, hayali bir engeldir. (Aynı zamanda burada “no pain no gain!” yaklaşımından bahsettiğim düşünülmesin, buna ne denli karşıt durduğum ve bunun nedeni,belki ileride yazacağım bambaşka bir konu..)


"No Pain No Gain" yaklaşımı başımıza bir dert açtı ki sormayın...

Ben sınırları severim...

Gerek yoga pratiğinde, gerekse yaşam döngüsündeki kişisel sınırları… Bunları belirtmeyi, herkesin buna saygı duymayı öğrenmesini önemserim.. İşte size biraz bu sınırlardan bahsetmek isterim.. Belki yoga dersi anlatma yolculuğundaki öğretmen adaylarına da ilham olur.. Öncelikle yoga pratiği yaparken, bedenin sınırlarını bilmek ve onları gözeterek davranmak, kendimize ve bedenimize gösterdiğimiz bir saygı belirtisidir aslında.. Bizi ona, “Sen ne bilirsin ki, ben bu pozu yaparım, belim ağrısa da daha çok öne eğilirim, kafamı dizime değdiririm” bilmişliğine düşmekten kurtaran bir bilinç düzeyine taşır. Kendini bilme şuuruna ulaştırır..

Bunun aynısı, ders anlatan taraftaki herkes için de geçerlidir.. Kimine göre, “izin ve mesafe” gereksiz gelse de, bir bedene saygı duymak, öyle her alana temas edilmeyeceğini bilmek de, beden ile çalışan herkes için hayati öneme sahiptir…

Bu minik bir dipnot oladursun, kendi sınırlarımızı korumak mevzusu neden çok önemlidir, buna geri dönelim...


Lütfen bunu çok yüzeyden, “hayır de, hayatın değişsin” gibi bir motto gibi okumayın.. Derinlikli ve bütünsel bir yaklaşımdan söz edeceğim.. Ya da duvar örmek, yapay ve zorla çizilmiş sınırlar değil sözünü ettiğim.. İç huzur ve doğal sınırlarınızı keşfetmek hususunda çalışmanızı önereceğim. Çünkü var olup da, bazen haberimizin dahi olmadığı doğal sınırlarımız vardır bizim. Bunu, içerde, derinlerde bir yerlerimiz bilir ve ona baltalarla girildiğinde refahımız da baltalanır, stresli ve fazla yüklü hissederiz. Bizden sınırsız ve belki saygısızca istenilen her şeyi yapma eğilimi bizi, yaratıcı bilgeliğimizden de kopartan bir noktaya götürür ve bu da, yaşamda aldığıımız yolu belirler...


Peki iç işleyişimizde, doğal sınır koyucularımız olduğunun farkında mıyız? Gelin bunlara bir bakalım:

Bunlar en başta fizik bedenimizin var ettiği, bedensel sınırlar.. “Bana daha fazla yaklaşamazsın” gibi, gözle görülmeyen ancak çizilmiş sınırlar..

Herhangi bir ihlal söz konusu olduğunda, sinyaller veren, organik sınırların farkındaki iç bilgemiz, sinir sistemimizin çizdiği sınırlar.. Ki bu sinyallerin, kalp çarpıntısından, nefes akışkanlığına, iç huzursuzluğundan, kaygı hissine kadar, bir çok belirti olduğunu tahmin edersiniz..

Diğer bir sınır koruyucumuz ise, bedene girmek isteyen yabancı maddeleri savuşturan güçlü savaşçımız: bağışıklık sistemimiz..

Bu denli direngen koruyucularımız varken ve bunlar bize bir çok sinyal gönderirken, gözümüzü kapar dururuz bazen.. Peki neden?.. Çünkü en başta toplumsal yargı örüntüsü altında, “bencil ya da umursamaz” görüneceğimizi düşünmemizden.. “Ayıp olur” diyerek, kendimize ettiğimiz ayıbı yok saymamızdan..


Halbuki paradoksal olarak, yıllardır sınırları araştıran sosyal bilimci Brené Brown, sınır koymanın daha az değil, daha şefkatli olmamızı sağladığını, çoktan keşfetti. Çünkü sınır koyabilmek en başta, kendini tanımak demekti. Kendini tanıyan, hamurunu bilen biri de, başkalarını da daha iyi anlayabilir demekti.

Birini anlamak, onun ızdırabını kendi içine emmeden ona şefkat duyabilmekti..

Empatinin sınırını da burada koymuş olalım, empati ile sempatinin farkını da.. “Başkalarının ruh hali, beni ne kadar etkiler?” sorusu, hepimiz için bir anahtar soru olarak burada kalsın, çünkü bu soru bizi, ne kadar etkilediğinin farkında bile değil miyiz yoksa? gibi başka bir soruya götürecek.. Ya da onaylanmak veya dışlanmamak için “-mış gibi yapmak” konusuna.. Hem de, içerisi bize, "o kişiyle huzursuzsun" mesajları göndermeye devam ederken..


Kendinizi her alanda bu bakış açısıyla gözlemleyin, bakalım neler bulacaksınız..

Ipuçları arıyorsanız, öncelikle uykularınıza bakın.. Fazla yük varsa, bölük pörçük olacaklardır..

Sinir sistemi fazla uyarılmış haldedir. Bu olduğunda ise, gergin bir beden, sığ ve hızlı nefesler, iç huzursuzluk hali gibi belirtiler ortaya çıkmıştır.. Sürekli konuşan bir zihni saymıyorum bile..

Negatif yargılar sizi pençesine almıştır.. Bu genelde herkesin bencilliği üzerine yargılardır.. Onlar hep bencil, siz hep kurban.. Herkese bunu anlatıyor ve kendinizi bunun üzerine daha da dolduruşa getiriyorsunuzdur..

Ben ne hissediyorum? Sorusu sizin için önemsizdir, hatta aklınıza dahi gelmez.. Sizi sarmalayan duygular, aslında başkalarının size bulaştırdıklarıdır..

Gerçek ihtiyacımız ise çoğu zaman, içten dışa, temas kurarak, var olan, organik sınırları gözetmektir.. Bunu nasıl yapabiliriz? sorusunun cevabı aslında, içten dışa güçlenmek ve kendini bilmekle aynı:

Ilk olarak sinir sistemini dengelemek.. Bunun için en güzel yöntem nefes ve meditasyon pratikleri..

Bedenle çalışıyor, yoga yapıyorsanız, ihtiyaçlarınıza ve bedendeki hislere saygı duyarak, şimdiki anla bağlantınızı geliştirmek üzerine çalışın..

Duyularınızın farkındalığını arttırın ve fasya ile çalışın..

Bu çalışmalar bizi hem kendimizle ilgili gerçek bir bilgiye göturecek, hem de içten dışa güçlenmeyi ve dayanıklılığı destekleyecektir.. Aksi halde, cevabını alamadığımız, çünkü aslında çok başka yerlerde aradığımız sorular içinde çıkmaza girmek kaçınılmaz olacak.. “Neden hep ben? Neden hep aynı şeyleri yaşıyorum? döngüsü de...

40 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page